Kadına Şiddet Nasıl Önlenebilir?

Neden “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”?
 
Uzun zamandır söylenen ve gece sözleşmeden çekilme haberleriyle birlikte daha gür sesle dile getirilen bu slogan, içinde çok gerçek anlamlar barındırıyor.
 
Peki sözleşme nasıl yaşatır?
 
Cinayet, neredeyse hiçbir zaman ilk şiddet eylemi değildir. Zaten süregiden bir şiddet vardır. Önce psikolojik şiddetle ve arkasından da fiziksel şiddetle gördüğümüz bu tablo, caydırıcı hiçbir etken olmayınca cinayete dönüyor. #İstanbulSözleşmesi, (psikolojik şiddet ve taciz amaçlı takip de dahil olmak üzere) şiddet gören kadını korur, tekrarlayan eylemlerde ağırlaştırıcı cezalar ve daha ciddi yaptırımlar uygulanmasını sağlar. Bu nedenle, örneğin, İstanbul Sözleşmesi uygulanmış olsaydı, muhtemelen hakkında 23 kez suç duyurusunda bulunduğu kişi tarafından öldürülen Ayşe Tuba Arslan aramızda olacaktı.
 
Aile içinde şiddet gören kadınlar için o ortamdan sıyrılmak, hiçbir destek olmadan ve üzerine de pek çok daha ciddi tehdide rağmen (örneğin çocuklarını ya da ailesinden birilerini öldürmek gibi) evi terk ederek yeni bir hayat kurmak kolay değildir. Bu ortamdan çıkamayan kadınlar şiddet döngüsünün içinde sıkışıp kalırken, çıkabilen kadınlar da herhangi bir destek olmaksızın zor koşullarda hayatını sürdürmeye çalışırlar. İstanbul Sözleşmesi, şiddet gören kadınlara uzman desteği sağlarken bir yandan da konaklayabilecekleri yerlerin yeterli sayıda ve kolayca erişilebilir olmasını gerekli tutar. Bu nedenle, örneğin, İstanbul Sözleşmesi uygulanmış olsaydı, muhtemelen şiddet gördüğü erkeğin yanından ayrıldıktan sonra çocuğuyla birlikte kaldığı otelde öldürülen Ferdane Kurt aramızda olacaktı.
 
Pek çok kadın haklarını bilmemekte; şiddet gördüğü evden çıktıktan sonra neler yaşayabileceği, yaşamını nasıl sürdürebileceğiyle ilgili net bir fikri olmadan bu şiddete katlanmaya devam etmektedir. İstanbul Sözleşmesi, kadınların var olan destek hizmetleri ve yasal hakları konusunda anlayabilecekleri bir dilde, yeterli ve zamanında bilgi alabilmeleri hakkını korur. Bu nedenle, örneğin, İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı, belki de Şubat ayında öldürülen 28 kadından 16’sı, yani evlerinde, ailelerinden biri tarafından öldürülen kadınlar aramızda olacaktı.

Her eğitim düzeyinden ve sosyoekonomik düzeyden kadının şiddet görmesine karşın, eğitim düzeyinin düşük olması ve ekonomik bağımsızlığın olmaması, kadınların şiddet görme riskini pek çok açıdan artırmaktadır. Ne yazık ki düşük eğitim düzeyi ve sahip olunamayan ekonomik bağımsızlık zaten kadınların seçebildiği şeyler değil, kadınları şiddetle karşılaştıran bir düzenin ve sosyal yapının getirileridir. İstanbul Sözleşmesi; kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı konularındaki eğitimlerin tüm eğitim düzeylerinde müfredata katılmasını gerekli tutar. Bu, toplumun eğitilmesi ve “gelenek, namus, töre” kavramları adı altında dayatılan eşitsizliğin temelinin sarsılması anlamına gelir. Bu nedenle, İstanbul Sözleşmesi uygulanmış olsaydı, biz yaklaşık 10 yıldır yeni kuşaklara eşitliği öğretiyor olacaktık ve sayısının çokluğundan tümünün adını sayamadığımız binlerce kadın yaşıyor, on binlerce kadın artık korkmadan yaşıyor ve yüz binlerce kadın artık şiddetsiz yaşıyor olacaktı.
 
Tüm bunlarla ve daha fazlasıyla, #İstanbulSözleşmesiYaşatır; gerçekten yaşatır. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulandığı bir Türkiye’de iddia edildiği gibi “ahlaksızlık” değil, ancak ve ancak eşitlik ve şiddetsizlik yayılır.


Bu gönderiyi paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir